Özellikle geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında sağlık alanında yaşanan çarpıcı ilerlemeler, büyük bir bilgi birikimi doğurmuştur. Bu gelişmelerin sağlığın ticarileşmesine, sermaye güçlerinin sağlığa yatırım yaparak kâr elde etme hevesine büyük ölçüde bağlı olduğunu kabul etmek zorundayız. Aynı dönemde sermaye güçlerinin ilgisini çekmeyen bilim alanları ise benzer ilerleme başarısı gösteremediler.
Sağlık hizmetlerinin kârlılığı bu alana yatırım yapılmasını hızlandırdı ve hızlandırmaya devam ediyor. Yatırımların bedeli ise pazarlanan sağlık hizmetleri üzerinden hastalara ödettiriliyor. Bu alanın oldukça kârlı olduğunu da dünya genelinde yaşanan krizlere rağmen iflas edip batan ilaç firması olmamasından anlıyoruz.
Sağlık sektöründe yaşanan hızlı büyüme, kişi başına düşen sağlık harcamalarının artmasına, artışı karşılayamayan sosyal güvenlik sistemlerinin iflas noktasına gelmelerine yol açtı. Üstelik ticari mantık ve onun kuralları sağlık sistemini de eline geçirdi. Sağlığın ticarileşmesinin yenilik ve gelişmeleri arttırıcı olumlu etkisi olduğunu görüyoruz. Peki ticarileşmenin sağlık alanında olumsuz etkileri ya da yan etkileri olamaz mı?
Diyelim ki, ilaç firması sahibisiniz. Ticari anlamda amacınız kâr etmektir. Firmanızı yaşatabilmek için kâr etmek, kazandıklarınızla yatırımlarınızı sürdürmek, yeni ilaçlar için araştırma geliştirme yatırımları yapmak zorundasınız. Kâr etmek, kârlılığınızı sürdürmek ve hatta arttırmak için yapmanız gereken temel olarak maliyetlerinizi azaltmak, satışlarınızı arttırmak şeklinde özetlenebilir. İlacın maliyetini azaltmak için hammaddeden çalamayacağınıza göre, maliyet azaltmak için yapabileceğiniz pek fazla bir şey yok.
O zaman genellikle diğer ilaç firmalarının yaptığı gibi satışlarınızı arttırma yoluna giderseniz. Reklam ve benzeri faaliyetlerin maliyet arttırıcı etkileri bilindiği için pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de yasak olması bu konuda da elinizi bağlıyor. O zaman iki seçeneğiniz kalıyor. Pazarı büyütmek ya da yeni pazarlar yaratmak.
Hekimin ilaç şirketine gönül borcu
Pazarı büyütmek, yani ilacınızın daha çok reçetelendirilmesini sağlamak amacıyla hekimlere firmalar tarafından çeşitli hediyeler verilmesi, tatillere gönderilmesi yeni bir uygulama olmaktan çıkalı çok oldu. Eskiden hastalar hekimlerine gönül borcu hissederken, günümüzde hekimler promosyon ve hediyelerin de etkisi ile ilaç firmalarına karşı gönül borcu hissetmeye başladılar.
İşte size tıbbın ticarileşmesinin bir yan etkisi. Hastaların müşteri haline gelmesi sağlığın ticarileşmesinin kaçınılmaz bir sonucu. Bu durumda hekim-hasta ilişkisinin kopması, yerine de hekim-ilaç firması ilişkisinin kurulması kaçınılmaz oluyor. Hekimler ilaç firmaları ve benzeri firmalar ile işbirliğine giderek sağlıkta yaşanan yeni ticari yapılanmanın parçası haline geldiler. Hasta ise sisteme para kazandıran ticari hedef kitle olarak görülmeye başlandı. Bu kadarla kalsa iyi...
Yine gelelim bizim ilaç firmasına. Bir diğer yapabileceğiniz iş elinizdeki ilacınıza yeni kullanım alanları yaratarak satışlarınızı arttırmak olabilir. Sözgelimi ürettiğiniz antidepressan ilacınız için yeni kullanım alanları yaratmaya çabalayabilirsiniz. Bu amaçla kenarda köşede kalmış bir iki üniversitede yaptırdığınız “bilimsel” çalışmalar ile ilacınızın utangaçlığa da iyi geldiğini, ya da zayıflama amacıyla da kullanılabileceğini iddia edersiniz. Bu bilginin bir şekilde medyada yer almasını da sağlarsanız. Böylece ilacınız için yeni pazar yaratmış olursunuz. Gazetelerde “Müjde, utangaçlık hapı çıktı!” ya da “Öğrencilerin dikkatini arttıran ilaç çıktı!” biçiminde haberler boşuna mı çıkıyor sanıyorsunuz?
Tıbben hastalık olarak bile tanımlanmayan bazı durumların (utangaçlık, dikkat eksikliği vb.) birileri tarafından hastalık olarak ilan edildiğini ve böylelikle bazı ilaçlara yeni pazar yaratma çabalarını hekimler de hayret ve kaygıyla izliyorlar.
İşte size bir yan etki daha. Gerekli olup olmadığına bakılmaksızın herkesin ilaç tüketmesini isteyen, her yerde olduğu gibi tüketimi arttırmaya çabalayan ilaç firmaları bu konuda da işbirliği içinde çalışıyorlar.
Sağlığın ticarileşmesinin üçüncü bir yan etkisi ise araştırma geliştirme alanlarında gözleniyor. Yine bizim ilaç firmamıza dönelim. Önünüzde iki yeni ilaç geliştirme projesi var. Bütçeniz sadece birini desteklemeye yetiyor. Projelerden biri verem hastalığına yönelik yeni bir antibiyotik geliştirmeyi amaçlıyor. Diğeri ise yeni bir zayıflama ilacı üzerinde çalışıyor. Hangi projeyi desteklersiniz? Dünya nüfusunun hemen hemen üçte birini etkisi altında tutan verem hastalığı dünyanın genellikle en fakir bölgelerinde görülüyor. İlacınızın kolay satılma şansı yok. Ya da ucuz satmak zorundasınız. Yani bu alanda üreteceğiniz ilacın ticari riski fazla. Şişmanlık ise son derece sınırlı ancak zengin nüfus kitlesinde görülüyor. Üreteceğiniz ilaç kolay ve etkin biçimde satılma şansına sahip. Bir de halka açık şirket olduğunuzu düşünelim. Hissedarlarınıza olan sorumluluğunuz sizi doğal olarak şirketin daha çok kâr edeceği, daha az riskli olan projelere yönlendirecektir.
İşte bir yan etki daha.
Biri “ahlaksızlık” mı dedi?
Verdiğim örneklerde bir ahlaksızlık göremiyorum. Ticaretin doğal kurallarının sağlık alanında uygulamalarından söz ediyorum. Sağlığın ticarileşmesinin, yatırımların büyümesi anlamında olumlu etkisi olduğu gibi insanların bu sanayi karşısında korunmasız bırakılarak piyon haline gelmesi anlamında olumsuz yanları da olduğunu görmemiz gerekiyor.
Bir sonraki aşama mı?
Bir sonraki aşamada sağlık sistemini elinde tutan ve yöneten ticari amaçla kurulmuş çokuluslu şirketlerin üniversiteleri güdümüne alarak bilimi ve bilgiyi de ticarileştirmesini beklememiz gerekiyor. İşte o zaman doğru ile yanlışı, gerçek ile hayali ayırabileceğimiz dayanak noktalarını da yitirmiş olacağız.
Kendi canavarımızı yarattık. Artık onu yok etme şansımız da yok. Sadece kontrolden çıkmasın, bize fazla zarar vermesin diye uğraşacağımız günler yakındır...